TÜRK ULUSU, 107 YIL SONRA BİR KEZ DAHA ARKADAN VURULDU !
107 yıl önce, özellikle Doğu cephesinde, Çarlık Rusya’sı ve İngilizler tarafından desteklenen Ermeni Taşnak ve Hınçak çetelerinin Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurması ve Türk köylerinde yaptıkları katliamlar nedeniyle, 25 Nisan 1915 tarihinde, cephe gerisindeki Ermeni yurttaşlara ilişkin Tehcir (Göç Ettirme) Yasası çıkarılmıştı. Bu yasanın uygulanması sırasında günün elverişsiz koşullarının da neden olduğu istenmeyen olaylar yaşanmış, karşılıklı çatışmalarda çok sayıda Ermeni ve Türk yurttaş yaşamını yitirmişti. 1. Dünya Savaşı’nın ardından Mütareke döneminde İngilizlerin baskıları ile Nemrut Mustafa Divanı adı verilen düzmece mahkemeler kurulmuş, sonradan TBMM’nin “Milli Şehit” ilan ettiği Boğazlıyan Kaymakamı Mehmet Kemal Bey emperyalist işgalcilerle iş birliği yapan Saray ve Damat Ferit Hükümeti’nin istemiyle -tıpkı Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi- bu düzmece mahkeme tarafından idama mahkum edilmiş ve 10 Nisan 1919’da asılmış, Malta adasına sürülen Osmanlı siyasetçilerinin yargılamasında ise, tek bir kanıt bulunamamış, tek bir mahkumiyet kararı verilememişti.
Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Bağımsızlık Savaşı sürerken 26 Şubat 1921 tarihinde kendisi ile röportaj yapan Amerikalı gazeteci Streit’in konuya ilişkin sorularını şöyle yanıtlamıştı:
Streit: “Harbi Umumi esnasında yapıldığı mütemadiyen ağızlarda dolaşan Ermeni katliam ve tehciri hakkında hükümetinizin resmi görüşü nedir?”
Atatürk: “Rus ordusu 1915’te bize karşı büyük taarruzunu başlattığı bir sırada, o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürüyordu. Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silah tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silah, cephane ve iaşe ikmallerini bazı büyük devletlerin daha barış zamanından beri kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan istifade ederek ve bu maksada yönelik olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı. İngiltere’nin barış zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya kamuoyu, Ermeni ahalisinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan çoğu, şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi, çoktan evlerine dönmüş olurlardı.”
Streit: “Ermeniler ve Rumlar tarafından Türklere karşı vukuu rivayet edilen katliam hakkında ne gibi malumat verebilirsiniz?”
Atatürk: “Gerek Umumi harp sırasında, gerek Mütareke’den sonra Ermeniler ve Rumlar tarafından Müslüman ahaliye yapılan zulümler üzerinde durmak uzun bir hikaye olur. Brest-Litovsk Antlaşması’nın yapılmasını müteakip Rusların Doğu vilayetlerimizi tahliyeye başladıkları sırada Ermeni çetelerinin yapmış oldukları katliam ve tahribat kafi derecede herkesin malumudur. Sivas’ta benimle görüşmüş olan, daha sonra bu bölgeleri ziyaret eden ve buralarda Ermeni çetelerinin yaptıkları hususunda tafsilatlı gözlemlerde bulunarak daha sonra kendisine bu konuda anlatmış olduklarımın doğruluğunu teyit eden Amerikalı General Harbord, Amerikan kamuoyunun kendisinden faydalı malumat temin edebileceği bir şahidimizdir. Taşnaklar daha sonra da Kars ve Oltu bölgelerinde Alexandropol Antlaşması’nın yapılmasına kadar cinayetlerine devam etmişlerdir.”
Streit: “Wilson projesi hakkındaki görüşünüz nedir?”
Atatürk: “Ermenistan birkaç günden beri tekrar Taşnakların eline düşmüştür. Alexandropol Antlaşması’nı samimiyetle tatbik mevkiine koyacak her Ermeni Hükümeti dostluğumuza güvenebilir. Milyonlarca Türk’ü binlerce Ermeni’nin hakimiyetine terk etmeye kalkışan Wilson projesi ise, sadece gülünçtür!”
Keza Atatürk; Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı dönemde yaptığı yurt gezisinin Adana durağında, Türk Ocağı’ndaki Esnaf buluşmasında Esnaf Cemiyeti Başkanı Ahmet Remzi (Yüreğir)’nin söylevine cevaben yaptığı ve 21 Mart 1923 tarihli Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayınlanan konuşmasında da; 8 yıl önce (1915) Osmanlı Hükümetinin aldığı Ermeni Tehciri kararının ne denli haklı gerekçeleri olduğunu anlattıktan, 1. Dünya Savaşı’nda Ermeni çetelerinin nasıl yüz binlerce Anadolu Türk’ünü katlettiğini söyledikten ve tehcir uygulamalarında istenmeyen bazı acıların yaşandığından da söz ettikten sonra, konuyu Adana ve civarının Ermeni Yurdu olduğuna yönelik emperyalist (özellikle Wilson) iddialara getirerek “Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur” demiş, noktayı koymuştur.
Yaşananlar hafızalarda taze ve her iki taraftan tanıklar hayatta iken dile getirilmeyen iddialar, tanıkların ebediyete intikali sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı siyasal bir saldırıya dönüştürülmüş, dünyanın değişik ülkelerinde onlarca Türk Diplomat Ermeni terör örgütlerinin kanlı saldırılarında şehit edilmiştir.
“Üç T” formülü ile harekete geçirilen emperyalist destekli sözde “Ermeni Soykırımı” iddiaları, önce “soykırımı” (T)anıma, sonra (T)azminat, sonrasında da ülkemizden (T)oprak talebinde bulunma stratejisi ile yürütülmektedir.
Toprak talebi; Vilâyat-ı Sitte adı ile 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’na göre Osmanlı Devleti’nin Erzurum, Van, Mamüretü’l Aziz (Elazığ), Diyarbekir, Sivas, Bitlis vilâyetlerini kapsayan bölge ile ilgilidir. Milli Mücadele ile çöp olmuş 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesinin 24. maddesinde -tabii 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Anlaşmasında da- “Altı Ermeni ili” olarak söz edildiğinden bahisle Ermenistan anayasasında da yer alan ve bu 6 ilimizi talep eden Ermeni iddialarının elleri kanlı gerçek sahipleri emperyal güçler, Antiemperyalist ve Tam Bağımsızlıkçı Kemalist Cumhuriyet yolunun terk edilmesinin yarattığı iklimden de yararlanarak, ülkemizi bölme amaçları doğrultusunda, son 50 yıldır her 25 Nisan günü Türkiye Cumhuriyeti’ne saldırarak “Soykırım” iddialarını canlı tutmak, Kurtuluş Savaşı’nda yenildikleri Ulusumuz’u “soykırımcı” olarak mahkûm etmek, intikam almak istiyorlar.
Kemalist Cumhuriyet döneminde ağızlara alınmaya bile cesaret edilemeyen bu EMPERYALİST YALAN, son yıllarda her 25 Nisan öncesinde “ABD Başkanı ne diyecek?” endişesi ile nutku tutulan siyaset kurumunun edilgen tutumu ile güçlendi ve bu yıl içeriden saldırıyla adeta taçlandı
İçeriden saldırı, evet…
Önce HDP Milletvekili Garo Paylan “soykırım” iddialarının resmen tanınması için TBMM Başkanlığına bir kanun teklifi sundu.
Hemen ardından da; CHP Programının Dördüncü Bölümü Ulusal Güvenlik ve Dış Politika başlığı altındaki 131-132. sayfalarında “Ermenistan’la ilişkilerin geliştirilmesi de, bu ülkenin işgal ettiği Azeri topraklarından çekilmesi, dünyadaki Ermeni örgütleri vasıtasıyla Türkiye’ye karşı uluslararası hukuka aykırı biçimde soykırım iddiasıyla girişimlerde bulunmaktan vazgeçmesi ve Ermeni devletinin resmi belgelerinde Türkiye’ye ait bazı topraklarda Ermenistan’ın emelleri olduğu izlenimini veren ifade ve sembollerin çıkartılması koşullarına bağlıdır. CHP, Sözde Ermeni Soykırımı iddiası ile ülkemizin haksız önyargılarla suçlanmasına karşı bugüne kadar Partimiz öncülüğünde sürdürülen kararlı duruşa sahip çıkmaya devam edecektir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan önceki dönemde gerçekleştiği iddia edilen sözde Ermeni soykırımı konusunda ülkemizi suçlayıcı keyfi kararlar alınmaktadır. CHP; 1948’de BM Genel Kurulu’nda oybirliği ile kabul edilen Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde yapılan açık tanım çerçevesinde, konunun bağımsız tarihçiler tarafından, Türkiye, Ermenistan ve Rusya dâhil ilgili tüm ülke arşivlerine erişim olanakları kendilerine tanınarak, iddiaların gerçekçi ve doğru zeminde, önyargılara kapılmadan incelenmesi gerektiği görüşündedir.’’ dendiği ortada iken CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda “107 yıl önce 24 Nisan 1915’te yüzlerce Ermeni aydını İstanbul’da gözaltına alınıp Çankırı, Ayaş, Ankara’ya sürüldü ve zorla kaybedildi. Kötülüğün miladı olan bu tarihle yüzleşmeden gerçek adalet sağlanamaz” ifadelerini kullanabildi.
CHP sözcüsü Faik Öztrak ise, Garo Paylan’ın kanun teklifi üzerine yaptığı açıklamada “Herkes kendi işine baksın” demekle yetindi.
İlgili tüm taraflarca bilinmesi gereken; Taşnak önderi, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 24 Nisan 1923′ te hazırladığı raporda “Gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı. Tehcir kararı doğruydu, amacına uygundu. Türkiye savunma içgüdüsüyle hareket etmişti” dediği, sayısız Tarihçi Bilim İnsanının olayların “soykırım” olarak nitelenmesinin olanaksız olduğunu saptadığı ve nihayet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinin konu hakkındaki net kararının Türk Ulusu’nu “soykırımcı” olarak ilan etme girişiminin önünü kesin olarak kapattığıdır.
Öte yandan; Ermeni iddiaları sadece 1915 olaylarını da kapsamıyor. Ulusal Kurtuluş Savaşımız sonrasında 29 Ekim 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin de bir “soykırım” ile hayat bulduğu hadsizliğini içeriyor. Akıl, ahlâk ve edep yoksunluğunun bu kadarına ne denir?
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ; bu emperyalist yalanı kesin bir dille reddettiğini, tüm dünya ülkelerini tarih bilimine ve hukuka saygılı olmaya, hele soykırımın kitabını yazmış, gırtlaklarına kadar masum halkların kanına gömülmüş, bugünkü zenginliklerini mazlum milletleri katledip yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürerek edinmiş haydut devletleri hadlerini bilmeye ve Türk Ulusu’nun onuru ile oynama densizliğini terk etmeye çağırdığını, tüm demokratik kitle örgütleri ile siyaset kurumunun, özellikle TBMM’de görev yapan bütün partilerin ve bütün milletvekillerinin net tavır almasını beklediğini kamuoyuna duyurmayı görevi saymaktadır.
Saygılarımızla…
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
Bir yanıt yazın