İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, CHP’deki ‘değişim’ tartışmalarına dair yazı kaleme aldı. İmamoğlu, “Yeni kadrolar, yeni bir örgütlenme, kısaca yeni bir siyaset gerekiyor” dedi.
CHP’de seçimlerin kaybedilmesinin ardından başlayan ‘değişim’ tartışmaları gündemdeki yerini korurken, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, değişimden ne kastettiğini açıkladığı bir makale kaleme aldı.
İmamoğlu Gazete Oksijen’de “Türkiye için yeniden” başlığıyla yayımlanan yazısında, CHP’deki örgütlenme modeline getirdiği eleştirileri ve önerilerini açıkladı.
İşte İmamoğlu’nun yazısı:
“Mayıs 2023 seçimlerine giderken Türkiye’mizde köklü bir değişim arzusu vardı. Bu arzu sadece 21 yıldır ülkemizi yöneten, yorgun düşmüş iktidarın değişmesine yönelik değildi. Son 10 yılda kutuplaşmadan, başımızı döndüren siyasal çalkantılardan, iktisadi krizlerden, hayat pahalılığından ve adaletsizlikten bıkmış halkımız, Cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken yeni bir başlangıç yapmak istiyordu.
Seçimlerden önce toplumdaki farklı katmanların güçlü değişim beklentisi birçok araştırmaya konu olmuştu. Ben de halkla iç içe olan bir belediye başkanı olarak vatandaşlarımızın değişim arzusuna sahada tanıklık ediyordum. Seçim sürecinde gençler, yaşlılar, kadınlar, emekçiler, işsizler, esnaf ve sanatkarlar, iş insanları gibi toplumun her kesimi yeni bir yola çıkma isteğini farklı şekillerde dile getiriyordu.
Kimisi sözleriyle, kimisi gözleriyle, kimisi haykırarak, kimisi çekingen bir şekilde iyi hazırlanmış, tutarlı, samimi, topluma güven veren bir değişim-dönüşüm projesine ihtiyaç duyduğunu ifade ediyordu. Ne var ki, muhalefet olarak bu değişim talebini ileriye taşıyamadık. Toplumun yenilenme, değişim ve dönüşüm arzusunun gerisinde kaldık. Milletimizi yorgun, ferini kaybetmiş, köhne ama köhneleştikçe daha da baskıcı hale gelen bu iktidara teslim ettik.
Önümüzdeki dönemde hatalarımızdan dersler çıkarıp milletimizin değişim arzusunu hayata geçirecek bir siyaset inşa etmek zorundayız. Bunun için yeni yaklaşımlar, yeni bir dil, yeni kadrolar, yeni bir örgütlenme, kısaca yeni bir siyaset gerekiyor. Ancak tazelenmiş, cesur ve dönüştürücü bir siyasetle bu karanlık tünelden çıkıp Cumhuriyetimizin kuruluş amacı olan medeniyet sıçramasını gerçekleştirebiliriz.
2019’daki somut mesajı almıştık
Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde köklü bir dönüşüm yapma iradesini göstermişti. Bugün de içinden geçtiğimiz bu karanlık dönemi geride bırakmak için cesur bir dönüşüm iradesi gerekiyor. Yeter ki kendimize güvenelim. Yeter ki milletimizle birlikte ciddi, akılcı ve yürekli bir gelecek tasarımı oluşturalım. 2019 yerel seçimlerinde milletimiz bize “haydi değişimi başlatın” mesajını somut olarak verdi. Biz bu mesajı aldık. Toplumla hareket ettik. Muhalefet olarak Türkiye’nin en büyük metropollerinde yerel iktidarı kazandık. Önümüzdeki mahalli seçimleri tekrar kazanabiliriz, kazanmalıyız, kazanacağız. Tüm vatandaşlarımızı yaşadıkları bıkkınlık ve hayal kırıklığını bir kenara bırakıp geleceği beraberce kurmak için yeni bir yola çıkmaya davet ediyorum.
Bu yazıda öncelikle Türkiye ve dünyanın içinden geçtiği bu öngörülmesi zor dönem hakkında bazı tespitlerimi paylaşmak istiyorum. Karşımızda birçok risk ve zorluk var. Ama bu dönem bir o kadar yeni imkanları ve fırsatları da önümüze seriyor. Zorluklarla başlayalım.
Yeni dönemdeki zorluklar ve fırsatlar
Geleneksel siyasal kurumlar yeni ihtiyaçlara cevap veremiyor. Türkiye dahil birçok ülkede siyasal rejimler kabuk değiştirirken evrensel demokratik değerleri tehdit eden otoriter anlayışlar güçleniyor. İki sene boyunca milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine yol açan küresel Covid 19 salgını sadece hayatı durdurmakla kalmadı, farklı gelir ve yaş gruplarını eşitsiz biçimde vurdu. Pandemi 20’nci yüzyılın sonundan itibaren ihmal edilmiş güçlü sosyal politikaların önemini tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Dünyayı sarmalayan küresel ısınma ve çevre krizi insanlığın daha büyük felaketlere gebe olduğunu yüzümüze haykırıyor. İstanbul gibi merkez şehirlerin plansızca şişmesi, susuzluk tehlikesi, tarım ve orman alanlarının yok olması iklim krizi ile iç içe gidiyor. Buna karşın ülke yönetimleri iklim krizi karşısında etkili ortaklıklar geliştiremiyor.
Engellenemeyen düzensiz göç dalgaları toplumların dengelerini bozuyor. Kontrolsüz göçe karşı etkin ama insani önlemler alınamıyor. 2008’den beri dünya ekonomisindeki çalkantılar bitmedi. Ama daha önemisi, sosyal adaleti umursamayan ekonomi politikalarının sonucu artan gelir eşitsizliği Türkiye dahil birçok ülkede yoğun borçlanmaya, derin yoksulluğa, evsizliğe, yetersiz beslenmeye yol açıyor.
Zor şartlara rağmen aydınlık gelecek
Rusya’nın Ukrayna işgali ile başlayan savaş, aslında Soğuk Savaş sonrası yaşadığımız jeopolitik fırtınanın sadece bir evresi. Çin ve ABD rekabeti arasında, Türkiye’nin üyesi olduğu Batı ittifakı henüz kendini yeni şartlara doğru uyarlamakta ve dünyaya evrensel bir öneri sunmakta yetersiz kalıyor.
Bugün dünya tarihinin en büyük teknolojik sıçramasına tanık oluyoruz. Dijital teknoloji yapay zeka aşamasına geldi. Teknolojideki ilerleme, insanlığın yararına kullanıldığı takdirde, hayatın iyileşmesi için devrim niteliğinde olanakları önümüze seriyor. Sosyal medya bireylerin bilgiye ulaşımını kolaylaştırıyor. Toplumun siyasete katılmasına, farklı grupların birbiriyle yeni ilişkiler kurmasına yol açıyor. Toplumlardaki eski ayrışmalar ve kabullerin ortadan kalkması için yeni imkanlar beliriyor. Sınırları aşan yeni birliktelikler, yeni ortaklaşmalar ortaya çıkıyor. Bugün Türkiye yukarıda ifade ettiğim zorlukların en belirgin şekilde yaşandığı ama bir o kadar da fırsat ve imkanın tüm zenginliğiyle önümüze serildiği ülkelerin başında geliyor. Türkiye’nin genç insan kaynağı, doğal ve kültürel zenginlikleri, tarihi tecrübesi, yenilik karşısındaki heyecanı, jeopolitik önemi ve en önemlisi gereğinde kendini dönüştürebilme yetenek ve iradesi en büyük sermayemiz.
Buradan hareketle yazıma tüm zor şartlara rağmen aydınlık bir geleceği kurmak için gereken yeni siyasetin ana hatları hakkında bazı düşüncelerimi paylaşarak devam etmek istiyorum.
Kalkınma mahalli aktörlerle olur
Dünyanın en önemli şehirlerinden birinin belediye başkanı olarak beni en çok heyecanlandıran günümüzde yerel yaklaşımlara, yerel çözümlere, yerel arayışlara, yerel katılıma duyulan ihtiyaçtır. Yukarıda sıraladığım zorluklar karşısında çözümlerin önemli bir kısmının toplumun yaşam alanını oluşturan yerelden başlayacağına; yerelden ulusala, ulusaldan küresele doğru cesur ve yaratıcı çözümlerle hayat bulacağına inanıyorum. Çevre krizine karşı doğayı, yoksulluğa karşı kamucu politikaları, kutuplaşma yerine toplumsal kucaklaşmayı, tüm zenginliğiyle kültürel ve tarihi mirasa ayrım gözetmeksizin sahip çıkmayı toplumla etkin bir iletişim içinde yerel siyasetle yürütmeyi öneriyorum. Burada özellikle önümüzdeki İstanbul depremi ile mücadelenin altını çizmek istiyorum. Bu mücadele planlama aklının rehberliğinde yerel ve merkezi yönetimin iş birliği içinde yürütülmeli. Depreme karşı strateji İstanbul’u İstanbullularla yeniden kuran bir sürece dönüşmeli. 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin ardından bizi bekleyen ikinci bir felaket ancak ortak akıl ve bilimin ışığında yerelde şekillenecek kararlı bir yol haritasıyla aşılabilir.
Kuşkusuz kalkınma meselesi milletimizin tüm sosyal ve maddi sermayesinin harekete geçirildiği bir ulusal stratejiyle ele alınmalıdır. Ayağı yere basmayan, kuvvetini yerelden almayan bir kalkınma başarısızlığa mahkumdur. Bu sebeple kalkınma yerel koşulların ışığında mahalli aktörlerle planlanarak yürütülmelidir.
Siyaseti ve kalkınmayı yerelden kuralım
Dünyadaki hakim ekonomik modellerin değiştiği bir zamandayız. Bu çerçevede ülkemizde sürdürülebilir büyümenin temelini inşa edecek bir değişime ihtiyaç olduğu aşikardır. İktisadi ve jeopolitik gerçekler karşısında, güvenli ve sürdürülebilir bir ekonomi yaratmak için yerelde güçlü temelleri olan yaklaşımları ve toplumda gittikçe derinleşen gelir eşitsizliğine kalıcı çözümler üreten etkili sosyal politikaları vakit kaybetmeden hayata geçirmeliyiz.
Geçmiş dönemlerin hesabını yoksulluğa terk edilen ve sesi bastırılan halkımıza kesen anlayışı reddediyorum. Yolumuzu hep beraber çalışıp, üretip, sosyal adalet ışığında, kaybedenleri ve ezilenleri önceleyen paylaşımcı bir anlayışla çizmeliyiz. Belediye başkanlığım sürecinde “İstanbul Senin” şiarı temel yaklaşımım oldu. İstanbulluların şehirlerinin ortak sahibi olduklarının altını çizen bu bakış açısı, İstanbullu hemşerilerimi, belediye ve belediye meclisiyle beraber, şehrin yönetimiyle bütünleştirdi. Bu katılım anlayışımız sayesinde İstanbul’un en önemli kamusal alanı olan Taksim Meydanı’nı vatandaşlarımızın aktif katılımıyla yeniden tasarladık. Önümüzdeki dönemde yerel demokrasinin, hızlı ve etkin iletişim ağlarıyla farklı formatlarda hayatın birçok alanında güçlendirilmesi gerekmektedir. Güçlenen yerel yönetimler ve yerel demokrasi yönetimi toplumu bütünleştirir, sorunların keşfinden çözümüne süreçleri kısaltır, maliyetleri düşürür. Yerel sorunların yerel paydaşların katılımıyla çözümü toplumların zorluklarla baş etme kapasitesini artırır.
Yeni siyasal örgütlenme mimarisi öneriyorum
Şunu ifade etmeliyim ki, yerel siyaset ulusal siyasetin altında, hiyerarşide ikinci sınıf bir siyaset alanı değildir. Tam tersine ulusal ve yerel öncelikler arasında sağlıklı bir diyalog ve etkileşim olmalıdır. Ulusal strateji yerelden beslenmelidir. Daha önemlisi merkezi idare vatandaşların iradesi ile seçilen yerel yönetimlere müdahale edip onlar üzerinde vesayet kuramamalıdır. Merkezi iktidar yerel iktidarı temsil eden belediye başkanlarını siyasi gerekçelerle görevden alamamalı, kayyumlar atayamamalıdır.
İkinci olarak yeni bir siyasal örgütlenme mimarisi öneriyorum. Siyasal partilerin günümüzdeki örgütlenme modelinin Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap vermediği ortadadır. Siyasi Partiler Kanunu üzerine yıllardır yoğun tartışmalar olur ama maalesef parti elitleri örgütlenme modelini değiştirmez.
Bugün partiler topluma kapalı, liderin şahsi tercihlerinin ve etraflarındaki dar çevrelerin etkili olduğu, dışlayıcı yapılara dönüşmüşlerdir. Siyasal partiler küçülmektedir. Başta gençler ve kadınlar, tüm toplumun partilere olan ilgisi günden güne azalmaktadır.
Diğer yandan şüphesiz siyasi partilerin içinde bulunduğu durum, sadece parti elitlerinin ve örgütlerin yetersizliğiyle açıklanamaz. Türkiye’deki mevcut rejimin kendini devam ettirmek için kurguladığı kutuplaşma, partileri esir almış durumdadır. Partiler muhayyel sosyolojilere ve kimlik siyasetine sıkışmışlardır. Bir yandan Siyasi Partiler Kanunu’nun demokratikleştirilmesi, diğer yandan da parti içi demokrasi kanallarının açılmasıyla kimlik siyasetinin aşılması bir zorunluluktur. Böylece korku iklimi sonucu vatandaşlarımızın iktidar partilerinin dışındaki partilere üye olmaları bir cesaret konusu olmaktan çıkacak, siyaset gerçek zeminine oturacaktır.
Yeni ve demokratik bir siyasi hayatın inşası bir kez daha Türkiye’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendini köklü bir şekilde yenileyerek önümüzdeki dönemin ihtiyaçlarına cevap vermesiyle mümkündür. CHP’nin, kuruluş ilkeleri ışığında emeği önceleyerek toplumun gerek örgütlü gerek örgütsüz kesimleriyle güçlü bağlar kurduğu yeni bir teşkilat mimarisini oluşturacak tarihsel birikimi, ideolojik donanımı ve insan kaynağı mevcuttur. Buna yürekten inanıyorum.
Diğer yandan unutmayalım ki siyaset, partilerle sınırlı bir alan değildir. Siyaset toplum yaşamının her aşamasında vardır. Özellikle sosyal demokrat belediyeciliği temsil eden yerel yöneticilerin başarısı da toplumun farklı kesimleriyle yoğun, kalıcı, karşılıklı güvene dayalı, yatay ilişkiler kurmalarıyla mümkündür. 2019 yerel seçimlerinde inşa ettiğimiz İstanbul İttifakı tam da parti siyasetinin ötesinde bir birliktelik modeliydi. Başta gençler ve kadınlar, İstanbul İttifakı’nın paydaşları olarak beraber yürüdük, önceliklerimizi ve tercihlerimizi beraber tartışıp beraber belirledik. Önümüzdeki dönemde yerelde şekillenen partiler ötesi birliktelikleri ulusal düzeye taşımamız, yerel İttifakları Türkiye İttifakına dönüştürmemiz gerekmektedir.
Toplumla güven ilişkisi içinde güçlü bir liderlik
İçinde yaşadığımız zor koşullar birlikte mücadele, ortak akıl ve katılım kadar güçlü liderliği de zorunlu kılıyor. Güçlü liderlik kararlılık, tutarlılık, samimiyet, toplumla duygudaşlık kurma becerisi, toplumun derdini dert edinme hassasiyeti, toplumdaki farklı fikirleri bir bütünlük içinde sentezleme kabiliyeti, toplumsal sorunlar ve farklı pozisyonlara yönelik yüksek duyarlılık gerektirir. Aynı zamanda demokratik lider hesap veren, şeffaf, toplum tarafından izlenebilen, denetlenebilen bir kişi olmalıdır. Demokratik lider partisinin ilkelerine bağlı olur ama partizanlık yapmaz. Demokratik liderin ülkesine, belediyesine ya da liderliğini yaptığı partiye kendi mülkü olarak bakma hakkı yoktur. Demokratik lider toplumla imzaladığı mukavele uyarınca ona verilen yetkiyi belli bir süre kullanır, ona verilen misyonu yerine getiremediğinde ve toplumsal beklentilerin gerisinde kaldığında görevi bırakmayı bilir.
Burada özellikle cesaretin altını çizmek istiyorum. Cesur demokrasi için cesur liderlik gerekmektedir. Türkiye’nin toplumsal barışını hakkıyla tesis etmemizi engelleyen, yüzyılı aşan büyük meseleleri vardır. Ülkemizin farklı düzeylerde yönetimine talip olan siyasal liderlerin öncelikle kendini dışlanmış hisseden vatandaşlarımızın ve toplum kesimlerinin sorunlarını çözmek için cesaretle hareket etmeleri bugün bir zorunluluktur. Demokratik liderlik başta Kürt ve Alevi sorunu olmak üzere ülkenin açık yaralarını iyileştirmek için gerekli zemini titizlikle inşa eder. Risk almaktan kaçınmaz. Ülkemizin birlikteliğini güçlendirecek çözümler için cesur ve kararlı bir irade ortaya koyar. Bu irade Türkiye’nin köklü dönüşümü için kaçınılmaz bir yükümlülüktür.
Demokratik liderliği aynı zamanda İstanbul ve Türkiye’nin bölgesel ve küresel liderliği olarak yorumluyorum. Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesi tam da bu liderlik için bize ışık tutuyor. Güçlü Türkiye’nin liderliği geçmişimizin büyük deneyimlerinden, coğrafyamızın ve tarihimizin bize armağan ettiği geniş jeopolitik imkanlardan hareketle, küresel ve bölgesel barışa, demokrasiye, ilerlemeye, eşitliğe hizmet eden, temeline insanı koyan bir liderlik olmalıdır. Tam da bu vizyonla 2021 yılında inşa ettiğimiz B40 – Balkan Şehirleri Ağı Zirvesi, ülkemizin diplomasisinin krizde olduğu, Türkiyemizin adeta dünyadan soyutlandığı bir ortamda, Balkan şehirlerinin İstanbul öncülüğünde ve demokrasi zemininde bir araya geldiği çok başarılı bir diplomatik liderlik atağıydı.
Yeni bir Türkiye tahayyülüne doğru
Yazıma son verirken fikirlerimi siz vatandaşlarımla paylaşmanın heyecanını tekrar vurgulamak istiyorum. Bugün Türkiye’nin yeni bir gelecek tahayyülüne ihtiyacı var. Şüphesiz yeni bir Türkiye hayalini önümüzdeki engel ve fırsatları akıllıca değerlendirip geçmişimizin zengin deneyimlerinin ışığında kuracağız. Cumhuriyetin kurucu değerlerini ciddiyetle idrak edeceğiz. Onları günümüzün şartlarında, toplumsal mutabakatla yeniden yorumlayıp hevesle ve cesaretle Türkiye’nin yeni yolculuğunu inşa edeceğiz. Bu yolculukta hayallerimizi ön kabullerle, ön yargılarla sınırlamayacağız. Yenilikleri keşfeden kaşif bir Türkiye oluşturacağız. Özgürce, hep beraber hayal edip geleceğimizi tasarlayacağız.
Genç yoldaşım Berkay’ın “Her şey çok güzel olacak” ifadesini siyasal hayatımın kalbine yerleştirdiğimde bunu basit bir slogan olarak değerlendirmedim. Bu ifade benim için milletimizin, tüm katmanlarıyla, dayanışma ve birlik içinde, aydınlığa doğru kendini dönüştürme iradesini temsil ediyordu. Bu söz seçimlerin hukuksuz bir şekilde iptal edildiği, güçlü bir tarihi derinliği olan demokrasimizin ayaklar altına alındığı bir anda söylenmişti. Bu ifadenin o anda ortaya çıkması bana 100 yıl önce Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden zorlu yolda duyulan heyecanı hissettirdi. Bugün de aynı heyecanı taşımaya devam ediyorum.
Türkiye’yi yeniden hayal etmek, ikinci yüzyılımızda yeni bir yolculuğa çıkmak için sabırsızlanıyorum. Bu yolculukta bütünlükçü ve katılımcı bir şekilde yürüttüğümüz çalışmaların ışığında ortaya çıkan ilke ve yaklaşımları yakın zamanda siz yurttaşlarımla paylaşmaya devam edeceğim.
Bir yanıt yazın