MENÜ ☰
Eksper Haber » Belediye, Kartal, Manşet, Toplum » İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KADINI KORUYOR
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ KADINI KORUYOR

 İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesine, mağdurların korunmasına ve faillerin cezalandırılmasına yönelik standartları belirleyen, Avrupa düzeyindeki ilk hukuki açıdan bağlayıcı insan hakları/ceza hukuku antlaşmasıdır. Sözleşme, ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddetle mücadele etmek için devletin sağlaması gereken asgari standartları belirler ve mücadele için etkin hukuki araçlar sunar.

   İstanbul Sözleşmesi şiddete maruz kalma riski daha yüksek olan kadın ve kız çocuklarını tanır ve devletlerden bu grupların özel ihtiyaçlarını dikkate alacaklarını temin etmelerini ister. Sözleşme kadınların ev içi şiddetten orantısız olarak etkilendiğini kabul eder. Bununla beraber İstanbul Sözleşmesi; kadın sünneti, zorla kürtaj ve kısırlaştırma hükümleri dışında cinsiyetsiz bir dille yazılmıştır. Sözleşme, ev içi şiddete maruz kalmış yetişkin erkek ve erkek çocuklarının da sözleşme hükümlerinden yararlanmasını teşvik eder.

   Sözleşme aynı zamanda adalete ulaşmaya çalışırken ek engellerle karşılaşan grupları korur. Bu gruplara örnek olarak madde bağımlıları, seks işçileri, yaşlılar, evsizler, LGBT+ üyeleri, ulusal ve etnik azınlıkta olan kişiler verilebilir. Bu tür gruplar çoğu zaman basmakalıp yargılara maruz kalırlar. Özellikle mağdur bir kadınsa umulandan daha çok sıklıkla suç erkek failden ziyade mağdur olan kadına atılır. Hakimlerin savcıların ve başkalarının sergilediği bilinçsiz ön yargı mağduru psikolojik olarak etkiler ve ek engeller ortaya çıkarabilir. Bunların başında endişe, inkâr, öfke ve dikkat dağınıklığı gelir. Tüm bu engeller ikincil mağduriyet denilen olayı açığa çıkarır. İstanbul Sözleşmesi ikincil mağduriyetin yaşanmaması için mağdurlarla konuşan kişilerin özellikle anlayışlı ve duyarlı yaklaşım benimsemesi gerektiğini savunur. İkincil mağduriyetin önlenmesi mağdura sesinin duyulduğunu hissettirir ve mağdur başına gelen olayları daha etkin bir biçimde ve güven ortamında anlatır. Bu da failin yakalanmasını büyük ölçüde kolaylaştırır.

   İstanbul Sözleşmesi, mağdurun içinde olduğu korku ortamını en aza indirmeyi amaçlar. Öyle ki sözleşmeye taraf devletler; fiziksel şiddet suçları, tecavüz dahil olmak üzere cinsel suçlar, zorla evlendirme suçu, kadın sünneti suçu, zorla kürtaj ve zorla kısırlaştırma suçu için şikâyeti ön koşul olarak uygulamayacaklarını ve mağdur şikayetini geri çekse bile soruşturma ve kovuşturmanın devam edeceğini temin etmelidirler (İstanbul Sözleşmesi Madde 55/2).

      Sözleşme, mağdur odaklı yaklaşımı benimser ve mağdurun güvende olmasını her şeyin üzerinde tutar. Sözleşmeye göre mağdur ve davalı yersiz gecikme olmaksızın yargılanma hakkına sahiptirler. Bu uygulamanın amacı yaşanabilecek diğer suçların önlenmesi, mağdurun güvenliği için acil müdahalede bulunulması ve uzaklaştırma emirlerinin bir an önce çıkarılmasıdır. Ayrıca, failin duruşma öncesinde özgürlüğü kısıtlanmadığı taktirde geçen süre mağdurun korku duymasını sağlayabilir ve daha da önemlisi bu süre mağdurun kendisinin şikayetlerinin önemsenmediği hissine kapılmasına yol açabilir. Bu sebepler de ikincil mağduriyeti ortaya çıkarır ve mağdur adalet sistemine olan inancını kaybeder.

     İstanbul Sözleşmesi, Türkiye’nin sözleşmeden çekilme sebebi olan LGBT+ üyeleriyle ilgili sadece kişilerin hukuk önünde eşitliği ve ayrımcılığın olmaması hükümlerinde bahsetmekle beraber manipüle edilebilecek hiçbir hükme yer vermemektedir. Sözleşmenin fesih sebebi gerçek bir olguya dayanmamakla beraber zaten sözleşmenin kendisi yürürlükte olan kanunlarımızdan farklı bir hüküm barındırmamaktadır. Sadece kanunlarımızın uygulanmasını kolaylaştıran araçlar sunmaktadır.

   İstanbul Sözleşmesi, Anayasa’nın 90.maddesine uygun olarak TBMM tarafından onaylanmış bir uluslararası sözleşmedir. Bu sebeple Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle feshedilmesi yok hükmündedir.

   İstanbul Sözleşmesi’nin kanunların uygulanmasına sağladığı kolaylıklar göz önüne alındığında sözleşmenin 1 Temmuz 2021 itibariyle feshedilmiş olması kanunlarımızda uygulama açıklıklarının çoğalmasına yol açmıştır. Nitekim 4.Yargı Paketi’nin 9 Temmuz 2021’de TBMM tarafından kabulüyle çocukların cinsel istismarı suçuyla cinsel saldırı suçunda (TCK.MD.102/1 harici) tutuklama yapılması paketin 13.maddesiyle somut delillere dayanan kuvvetli şüpheye bağlanmıştır.

   Bu tür suçlarda mağdurun ifadesi genellikle delillerin merkezindedir çünkü bu tür suçlar çoğunlukla etrafta kimse yokken işlenmektedir. Bunun sonucu olarak mağdurun güvenilirliğine vurgu yapılması gerekir. Eğer mağdurun kendisi tutarsız ifadeler vermişse ifadenin doğrulanması ancak o zaman istenmelidir. İkincil meselelerin ise dış kaynaklardan doğrulanması önem teşkil eder. Bunlara telefon kayıtları ve sağlık raporları örnek olarak verilebilir. Fakat mağdur beyanının en baştan delil olarak kabul edilmemesi özellikle etrafta tanık olmazken işlenen bu suçlarda failin suçluluğunu ispatlamayı imkânsız kılmaktadır.

   Çocukların cinsel istismarı suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu Madde 103’e göre “On beş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,” suç olarak kabul edilmektedir. Cinsel davranışın içine sadece fiziksel temas yoluyla olan hareketler değil sözlü davranışlarda girer. Bu durumların somut delillerce ispatlanması imkansıza yakındır. Çocuğun güvenliğine dair bir meselede çocuğun beyanının yeterli delil teşkil etmemesi çocuğun güvenliğinin sağlanamayacağını anlamaya yeter. Paket kabul edilmeden önce çocuğun beyanının delil teşkil etmesi çocukların üstün yararını korumada önemli bir araçtı. Özellikle psikolog raporlarının kabul edilmesi zaten olayın ciddi boyutunu anlayamayan çocukların kendini ifade etmesi açısından önemli teşkil eder. 4.Yargı Paketi’nin kabul edilmesiyle psikolog raporları da tutuklama yapmaya yetmeyecektir ve somut delil bulmaya çalışılırken geçen süre çocuğun hem psikolojik hem de fiziksel sağlığı için tehlike arz edecektir.

   4.Yargı Paketi’nin 13. Maddesi her ne kadar iftira atmanın önlenmesine ilişkin olsa da aynı zamanda gerçek beyanda bulunan cinsel saldırı ve çocuk istismarı suçunun mağdurlarının korunmasını aynı zamanda da mağdurların adalete olan inancını azaltmıştır. Bu nedenle somut delil getirilmesi nerdeyse imkânsız olan bu suçların madde kapsamından ayrı ele alınması en doğrusu olacaktır.

Av.Gülşen Neşe Büklü Çokyiğit

📆 14 Temmuz 2021 Çarşamba 11:59   ·   💬 0 yorum   ·   Yazdır Yazdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir